İlişkilerimiz, yaşam döngümüzde en fazla yer kaplayan alanı, bu nedenle de
büyük bir önem taşıyor. İlişkilerimiz, doğduğumuz andan itibaren önce anne
ve babamızla başlayan, daha sonra diğer aile bireyleri, mahalle arkadaşları,
okul ve iş arkadaşları, eş ve evlatlarımız derken birçok bireyle iletişime
geçtiğimiz alanın kendisi. Günümüzde birçok insan özelliklede ikili ilişkiler
konusunda sıkıntı çekiyor. Kendisine sık sık “Neden hayal ettiğim ilişkileri
yaşayamıyorum?” diye soruyor.
Sahip olduğunuz en önemli ilişkinin, kendiniz ile olan ilişkiniz olduğunun bilinci
ile yaşayın!
İlişkilerinde hayal ettiklerini bulamayanlar çok önemli bir noktayı göz ardı etmektedirler.
Kendi benlikleri ile olan öz ilişkilerini. Halbuki hayatımızda var olan ilişkilerimizin tümünün
zeminini oluşturan kendimiz ile olan ilişkimizin dinamikleridir.
Kendini sevemeyen, kendine değer veremeyen, kendine şefkat gösteremeyen bir kişinin bu
özellikleri ilişkinin diğer ucundaki kişiye göstermesi mümkün değildir. Kişinin kendi ile
ilişkisinde, kendine koyduğu limitleri her ne ise, partnerine de ancak o kadarını sunabilir.
Ona; kendine güvendiği kadar güvenebilir, kendine saygı duyduğu kadar saygı duyabilir ve
en önemlisi kendini anlayabildiği kadar anlayabilir.
Yaşadığımız toplumu gözlemlediğimizde, sayısız kişinin kendini acımasızca yargılayan yapısı
ile karşılaşırsınız. Aileden bir bayrak yarışı misali aldığımız ve sorgulamadan taşıdığımız
düşünce kalıpları, örf ve adetler, toplumsal dogmalar ile kendini toplumda sevdirmek, kabul
ettirmek için yarattığımız sanrı benliklerimiz bizi otantik halimizden fazlası ile uzaklaştırır.
Kendi olamadığının idrakinde bir yapı kendini eksik hissedecek ve bunu örtmek içinde
üzerine zırh giyecektir.
Sizlerinde kolayca hayal edebildiği gibi günümüzde ilişkiler; kendi gerçeklerini ve
değerlerini cesaret ve çoşku içinde yaşayan iki otantik kişiden çok, olmadığı biri gibi
davranan üzeri zırhlı iki yapıdan oluşmaktadır.
Diğer taraftan ise ilişkiler yaşamı elele ve neşe içinde yaşamak yerine karşılıklı istek ve
ihtiyaçlarımızı gidermek üzerine kurulu hale gelmiştir. Bunun sebebi bizlerin istek ve
ihtiyaçlarımızı kendi sistemimiz içinde gerçekleştiremeyip, almayı hedeflediğimiz her ne
varsa onu almak üzere ilişkiyi kurgulamamızdan kaynaklanmaktadır. Maalesef bu kurgunun
sonu hüsrandır. Ancak her iki yapı da her seviyede ayakları üzerinde durabilir ve tüm istek
ve ihtiyaçlarını kendi sistemi içinde karşılayabilecek güce varabilir, işte o zaman, ilişkiler
neşe ve coşku içinde hayatı elele kucaklayabilmek için yapılandırılır.
Başarılı ve tatmin edici ilişkiler kurabilmekte bundan ötürü kişinin kendini ne kadar tanıdığı,
ne kadar anladığı ile ölçülebilir. Değerlerinin farkında, kim olduğunun idrakinde, yaşamı
coşku ile kucaklamaya hazır bir kişi ile kurulacak ilişki tadından yenmez bir hal alır.
Ne olursa olsun siz hep kendiniz olun!
Aynı ülkede doğmuş olsak dahi, doğduğumuz andan itibaren, gözlerimizi açtığımız
topraklar, bizi büyüten anne ve babamızın sahip olduğu karakterler, yaşadığımız semt,
yetiştiğimiz okullar, çalıştığımız yerler ve niceleri hayatta bizi şekillendiren faktörler
arasındadır. Bu yoğrulma esnasında birçok düşünce kalıbı ediniyoruz. “Kadın şöyle olmalı,
adam böyle olmalı, eş şöyle olmalı, anne böyle olmalı.” gibi. Bütün bu –meli,-malı’lar da
zamanla dünyaya bakış açımızı ve hayatımızı üzerine inşaa ettiğimiz temelleri oluşturuyor.
Biz hayal ettiğimiz ilişkiyi araya duralım arka planda sürekli konuşan bu iç sesimiz “Öyle
yapma, böyle deme, öyle durma, böyle davranma, ağlama, güçlü ol, üzülme, boş ver,
takma.” diyerek, edindiğimiz düşünce kalıplarımız üzerinden bizi yönetiyor. Kendimiz
olamamanın ızdırabı içinde, içimizde oluşmuş bu natamamlık hissi, dış dünyayı bizim için
korunmamız gereken bir olgu haline getiriyor ve bizler öz varlıklarımızı korumak için
üzerimize zırh giyer oluyoruz. Sağlıklı ve kalpten ilişkiler kurmak istesek de özgür adımlar
atamıyoruz.
Gözlerimizi açtığımız bu evrenin dual yapısı bizler de dahil her varlığı karşımıza ikililik
prensibi üzerinden sunuyor. Öncelikle kendimize hemen ardından ise bir eş seçerken, iyiye
ve pozitife yönelim eğilimimiz var. Onların her daim artı vasıfları taşımalarını istiyor, onlara
ait ve negatif olarak tanımladığımız sıfatlarını ise görmezden geliyoruz. Böylelikle
partnerimiz dediğimiz kişi bizim iyi dediğimiz vasıflar ile davranırsa onları ödüllendiriyor
kötü dediğimiz vasıflar ile davranırsa onları cezalandırıyoruz.
Onları oldukları halleri ile kabul etmek ve onları tam ve bütün olarak sevmekten çok uzağız.
Neden biliyor musunuz? Çünkü daha kendimizi tam ve bütün olarak, var olan halimiz ile
kabul edemedik. E kendini kabul edemeyen bir yapı ilişkinin diğer ucundaki partneri de
kabul edemiyor doğal olarak. Nasıl kendimizi sürekli eleştiriyor, yargılıyor, düzeltmeye
çalışıyor ve kendimizi toplumun kabul edeceği bir noktaya taşımaya çalışıyoruz; bunu
onlara da yapıyoruz. Ancak burada ilişkinin temelleri ile oynuyoruz çünkü herkes en
öncelikle olduğu hali ile kabul edilmek ve sevilmek istiyor.
Bugüne kadar öğrendiğimiz tüm bilgileri geri öğrenmemiz mümkün. Bunun için ise tek
ihtiyacımız olan eğitilmiş bir zihin. Zihnin bizi değil de, bizim zihni yönettiğimiz bir
mertebeye ulaşabilirsek, kendimiz olma özgürlüğünün tadına varabilirsek, bu özgürlükten
hiçbir olay, durum ya da kişi için vazgeçemeyeceğinizi de göreceksiniz. Özgürce kendini
kabul edebilen bir yapının da atacağı ikinci adım hayat arkadaşını olduğu gibi kabul etmek
olacaktır. Bu kabulleniş ilişkinin çatlamış topraklarına bir yağmur gibi yağacaktır.
Ruh eşi var mı?
Ruh eşi diye bir şey yoktur çünkü ruh, eşi ya da ikizi olabilecek bir yapı değildir. Eğer bir
‘eş’ arayan varsa o da sizsiniz, ruhunuz değil. Üstelik aradığınız eşte kendinizsiniz çünkü
hepimiz aslında yaşam dediğimiz bu yolda kendimizi arar dururuz “Siz nasıl birini isterdiniz
hayatınızda?” diye sorulduğunda, yapılan tanımlar kişinin kendinde var olmadığına inandığı
özelliklerden oluşur. Bütüne varma çabası içinde aranan bu eşler, eksik olan tarafımızı
tamamlayacağı beklentisi ile ilişkide bulunur. Mevcudiyetleri beklentilerimizin yerine
getirilmesine endekslidir. İlişkinin devamlılığı, tamamlanması beklenen özelliğin
tamamlandığı süre ile sınırlıdır. Bu şartlar altında ilişkilerin hüsran ile sonuçlanması an
meselisidir.
Kimseyi değiştiremezsiniz!
İlişkide olduğumuz kişinin yapısını, karakterini değiştirmeye çalışmak çiftler arasında en sık
yaşanan sorunların başında geliyor. Çünkü birçoğumuz böyle bir kudrete sahip olduğumuzu
düşünüyoruz ta ki değiştiremeyeceğimizi görene dek. Evliliklerin çoğu böyle başlıyor, “Ben
böyle olduğunu biliyordum ama sevgimle, sabrımla, şefkatimle değiştirebilirim sandım.”
diye bitiyor. Halbuki değişim kişinin tekamül sürecinde, kendi evreninde pişen ve
olgunlaşan bir durum. Başka birisini bu kim olursa olsun değiştirme gücüne sahip değiliz.
Önce kendimizi sonra da ilişkide olduğumuz herkesi oldukları şekilde kabul etmekle
başlayabiliriz.
Mutluluğun sırrı!
Nasıl mutlu olacağımızı değil de, önce neden mutsuz olduğumuzu tartışmamız gerekiyor
belkide. Birçoğumuz mutsuzuz çünkü sürekli mutlu olma çabasındayız. Hakikatten uzak, bu
suni çaba mutsuzluğumuzun en büyük sebebi. Yaşamın doğal deviniminde her şey
süreklilikte değişim halindeyken mutluluk da dahil olmak üzere her neye tutunuyorsak
aslında yaşam enerjisine ters haraket ediyoruz demektir. Yaşam dediğimiz bu muhteşem
deneyimin sadece mutlu olmak adına varolmadığını, mutlu olmaya anlamı yükleyenin bizler
olduğunu ve kaçtığımız her duygunun bizi kovalayacağını bilsek mutlu olmaya bir adım
daha yaklaşmış olurduk.
Yeni ilişkiye başlayacaklara tavsiyeler
Yeni evleneceklere ya da yeni ilişkiye başlayacak olanlara ; ne olursa olsun kendiniz olun,
zırhlarınızı çıkarın, tüm düşünce kalıplarınızdan arının diyebiliriz. Öz varlığınızla gireceğiniz
bu ilişki hayal ettiğiniz ilişki olabilir…
Comments